gezi
Melik Salih’in yaptırdığı Zinciriye Medresesi’ne
ulaştık. Medresenin ortasındaki minik havuzun
huzurlu havası ve yapıyı çevreleyen yılların eski-
temediği sarı sütunların verdiği koruyucu güvenle
derin derin nefesler aldım.
Zinciriye Medresesi’ne gelenler mutlaka manza-
raya bakan pencerenin kenarında ve içerideki
havuzda yansıyan görüntülerinin eşliğinde fotoğraf
çekilmeliydi. Biz de bu bilgileri es geçmeden fotoğ-
raflarımızı denilen şekilde çekildik.
Mardin Cumhuriyet Meydanı’na indiğimizde ise
Ekim ayının yakıcı güneşiyle dışımız kadar içimiz
de kavrulmuştu. Meydandaki bir çay bahçesine gi-
dip oturmak farz olmuştu. Yöresel tatları deneme-
ye bayıldığım için Mardin’e özgü “Asir” adlı içeceği
sipariş etmiştim.
Asirin içinde limon kabuğu, toz zencefil, özel bir
baharat karışımıyla meyan kökü bulunuyordu. Kızı-
lımsı bu içecek, bardağın içerisindeki serinliğini
muhafaza etmeye çalışıyordu.
İçecekten bir yudum alınca boğazım yandı. Bu yan-
ma bana acı vermedi, aksine nefesim açıldı. Sanki
bana bir güç enerji verdi ve Mardin Meydanı’ndan
koşarak Midyat’a varacağımı düşündüm.
Ye ve Zevk Al!
Otobüsümüze binip Midyat yoluna çıktığımızda
sıra sıra üzüm bağları karşıladı bizi. Midyat’ta ya-
şayan Süryaniler bu üzüm bağlarından evlerinde
şarap yapıp satıyordu. Yarım saatlik bir yolculuk-
tan sonra Midyat’a vardık.
Midyat’ta o kadar çok çocuk vardı ki, onların çev-
remizi sarması nedeniyle yürümemiz zorlaşıyordu.
Hepsi de rehberlik yapmak isteyip karşılığında
para istiyordu. Taşlara ince işçilikle oyulmuş motif-
leri gelinlik işlemesi gibi üzerinde taşıyan konakla-
rın güzelliğini izleyerek o anda kaybolurken birden
bize uzanan minik bir el bizi hayal dünyamızdan
koparıyor, “Abla anlatayım mı bu konağı?” sorusu-
nu duyunca da gülmeden edemiyorduk!
Kısmetimizde Midyat’ın ünlü Konuk Evi Konağı’nı
da görmek varmış… Yıllar önce “Sıla” dizisinin
çekildiği bu konağın tepesine çıktığımızda tüm
Midyat’ı ayaklarımızın altında görürken, güneş de
gözlerimizi kamaştırıyordu. Konağın her bir bölü-
mü ayrı bir ince işçilikle işlenmiş ve dokunmaya
bile kıyamayacağınız kadar güzeldi.
Konaktan ayrılıp Midyat Merkez’e gidince Süryani
Şaraplarını denemeden ayrılmak istemedik. Ev ya-
pımı o kadar çok çeşitte şarap vardı ki… Mahlepli,
öküzgözü, beyaz… Birçok çeşit…
Midyat’ta yemek yemek ise bir ihtiyaçtan ziya-
de zevk haline gelmişti. Tüm Güneydoğu gezim
boyunca en çok zevk alarak yediğim yemeğin
mekânı Midyat Bahar Sofra Salonu’ydu. “Midyat
Tabağı” sipariş ettiğimizde kaburga dolması, içli
pilav, fırın güveç, kavurma, Şam Börek, içli köfte-
den oluşan bu tabak bizi doyururken yediğimizden
de keyif almamızı sağladı.
Kalp Kokteyli
Karnı doyan yollara düşerdi. Biz de Hasankeyf’e
doğru yol aldık. Sizin kalbinizi hüzün, şaşkınlık
ve heyecan bir araya gelerek kokteyl gibi bir
duygu ile işgal etti mi hiç? Bu nasıl mı mümkün?
Hasankeyf’e gidin ve bu kokteylden kalbinizin
tatmasına izin verin!
Hasankeyf’te tarihi yüksek bir minare karşıladı bizi.
Baraj yapımıyla birlikte minarenin neredeyse tepe-
sine kadar su altında kalacağını duyunca Halfeti’de
üzerinden tekneyle geçtiğimiz mezarlar, okullar,
yollar, evler geldi aklıma. Birden nefesim kesildi.
Bastığım toprak sanki suyun altında kum olmuş,
ben de nefes almaya çalışan bir balık olmuştum…
Basından takip ettiğim kadarıyla Ilısu Barajı
yapımı tamamlanınca Hasankeyf’in sular altında
kalacağını biliyordum ama yerinde bu olaya şahit-
lik etmek beni hüzünlendirmişti. Bir tarihi sular
altına gömmek…
Hasankeyf’i Artuklulardan alan Eyyubiler, burayı
yeniden inşa etmişlerdi. Mağaralar ise görülmeye
değer yerlerdi. Günümüze kadar mağaralarda
yaşayan insanlar, evleri belledikleri bu yerlerden
çıkarılmışlardı. Büyük dedelerden kalan mağara
ev kültürü de bu şekilde yok edilmişti. Öğrendi-
ğimize göre bu mağaralardan birinde Osmanlı
Dönemi’nden kalma tapularını saklamaları sayesin-
de hâlâ bir aile yaşamaktaydı. Mahkemeler devam
etse de mağarada yaşamaya devam ediyorlardı.
Mağaranın karşısındaki çaycıda otantik ortamda
ayakkabılarımızı çıkarıp bağdaş kurarak oturup
mağaraları heyecan ve şaşkınlıkla izlerken, çok ya-
kın bir zamanda bu yerlerin sular altında kalacağı
düşüncesiyle de hüzünlendik.
Yöreye özgü ballı, cevizli, sütlü kahveyi yudumlarken
de hüznüm devam etti. Bu güzel tat bile mutluluk
veren serotonin hormonumu harekete geçirememiş-
ti. Kalp kokteylini en acısından yudumluyordum.
Sonunda İstanbul’a dönme vaktim gelmişti.
Diyarbakır’dan havalanacak uçağımız için gü-
neşi ardımıza alarak yollara düştük. Karışık bir
dönemde, ateşlerin arasından, taşlarla ve yanan
lastik dumanlarıyla heyecan ve korkunun karışımı
bir duyguyla yolculuğumuzu noktalasak da tüm
bunlara değdi!
379




