Background Image
Table of Contents Table of Contents
Previous Page  378 / 404 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 378 / 404 Next Page
Page Background

gezi

376

kısmımızı başka salona, diğer kısmımızı başka bir

salona aldılar.

Ayakkabılarımızı girişte çıkarmış, oturacağımız

yeri bulunca bağdaş kurarak konumlanmıştık.

Önümüzdeki masada bir tabak meyve ve küçük

bir tabak da kuruyemiş vardı.

Davul çalan genç çocuk işini aşkla yapan nadir

insanlardandı. Hem dans ediyor, hem akrobatik

hareketler yapıyor, hem de türkülere ritim tutu-

yordu. Orta alana, terleri alnından göğsüne akan

yaşlı bir adam oturup çiğ köfte yoğurmaya başladı.

O kadar ortada bir yerdeydi ki, insanlar yürüyerek

geçip giderken ayaklarındaki tozlar da yoğrulan

köfteye çeşni olarak ekleniyordu.

Salonun kapısı açılıp kapandıkça diğer salon-

lardaki sesler bizim bölümdeki seslere karışıyor

ve hangi müziği dinleyeceğimizi bilemiyorduk.

Şansımız yaver gitmemişti herhalde ki, bizim

salondaki türküler hep acı içeren üzücü olanlardı.

Diğer salonlardaki konuklar eğlencenin dibine vur-

muş halaylar çekerek bizi kıskandırıyordu. Kendi

salonumuza “kahır odası”, eğlenceden kopanların

salonuna ise “neşe odası” adını takmıştık. Res-

men içim şişmişti.

Ayak tozlu, kişi başı üçer adet gelen çiğ köfteyi

tadınca da acıdan gözlerim yaşarmıştı. Bir

ara Şanlıurfa’nın meşhur “şıllık tatlısı” servis

edildi. Bu kadar meşhur bir tatlı olduğuna göre

kesin lezzetliydi ama Edessa’nın aşçısı tatlıyı

yapmayı becerememiş olmalıydı ki; ağzıma

bir parça atar atmaz “nasıl bir ceza bu?” diye

mırıldandım. Krepin içine ceviz konup, şerbet

yerine de şekerli suyu üstün körü gezdirip

bize servis etmişlerdi. Ağzımdaki tatla canım

sıkılırken, birden davulcu bizim bölüme gelip

çıldırmış gibi kendi etrafında dönmeye başladı.

Öyle delicesine dönüyordu ki, yüreğim ağzımda

onu izliyordum.

Bir ara dengesini kaybedip üstüme düşecek gibi

oldu. Davulu kafama geçecek, davulcu da kuca-

ğıma düşecekti. O kısacık anda “Ağzımdaki tat

berbat! Bu adamın davulu kafama geçse ne kadar

zarar görürüm? Şu salonda onlarca kişi arasın-

dan neden benim üzerime düşüyorsun? Manyak

gibi ne döndün öyle? Anneme ne diyeceğim

bana bir şey olursa? Tam da işlerimin en yoğun

olduğu zaman, bana bir şey olursa işlerimi nasıl

yola sokacağım…”vs o kadar çok düşünce geçti

ki aklımdan… Bir ara da hayatım film şeridi gibi

gözlerimin önünden geçerken sonunda çocuğun

masama tutunmasıyla son anda üzerime düşme-

sinden kurtuldum.

Özetle, Edessa Konuk Evi’nde ne ikram, ne

ortam, ne de eğlence beklediğim gibi değildi. Sıra

gecesine kesinlikle uyan bir ortam değildi. Kazara

yolu buraya düşenler, direkt başka bir sıra gecesi

düzenleyen mekâna gitmeli diye düşündüm.

Otelimize giderken Şanlıurfa’nın sokaklarının

karşılıklı ızgara – kebap dükkânları nedeniyle

nefis kokulu dumanlarla kaplı olduğunu gördük.

Buranın insanı yemeyi çok seviyor olmalıydı ki,

dükkânlar 24 saat açık olup ızgaralar hiç boş

kalmıyordu.

Gecenin Karanlığında Kaybolduk!

Sabah olduğunda güneşli bir Şanlıurfa gününe

selam verdim. Otelde kahvaltıya inince turistten çok

çevik kuvvet ekip mensubu kadın polisleri görünce

bölgede bir farklılık olduğunu anladım. Beş yıldızlı

otelin salonunda turistten çok polisin kahvaltı yap-

ması sürrealist bir resimde olduğumu hissettirdi.

Hızla yapılan kahvaltının ardından Harran’a doğru

yola çıktık. Yol boyunca pamuk tarlalarında güneşin

alnında çalışan köylüler, pamukları taşıyan büyük

kamyonlar gezimize fon oldu. Harran’a yaklaştıkça

sarı tonları arttı, yeşillikler azaldı ve sonunda sapsa-

rı toprakların ortasında bulduk kendimizi.

İlkçağdan beri varlığı bilinen ve İslami dönemde

bilim adamı yetiştirme konusunda önemli yeri olan

Harran Üniversitesi kalıntısını gördükten sonra

Harran evlerine gittik. Kubbe şeklinde çatısı olan

ve topraktan yapılan bu evlerde günümüzde hayat

olmasa da, geçmişteki yaşam şeklini turistlere

göstermek için stüdyo gibi hizmet veriliyordu.

Evin avlusuna girildiğinde dibekten, buğday öğüt-

me tekerine kadar her şey yerli yerinde konum-

lanmıştı. Eve girildiğinde ise Harran’ın kavurucu

sıcağına inat doğal bir serinlik omzunuzu ve ense-

nizi sevecen bir şekilde okşuyordu. Evin içerisinde

isteyenin giyebileceği yöresel kıyafetler askılara

dizilmişti. Evde çalışan kadınlar yörenin eşarp-

larını başınıza ustaca farklı modellerle sararken

kendinizi Arap filmi kahramanı gibi hissediyordu-

nuz. Bir de benim gibi meraklılar bol bol fotoğraf

çekilmeden edemiyordu!

Fotoğraflarımızı da çekildikten sonra Balıklı Göl’e

gitmek için hazırdık. Hz. İbrahim, dönemin zalim

hükümdarı Nemrut ve putlarla mücadele edip tek

Tanrı’yı savununca ateşe atılmıştı. Bu sırada Allah,

ateşe “Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet

ol” emrini verdi. Böylece ateş suya, odunlar da ba-

lığa dönüşmüştü. Bu nedenle balıklar çok kutsal

sayıldığından bölge halkı tarafından yenilmiyordu.

Balıklı Göl öylesine kalabalıktı ki, adım atmaya zor

yer bulduk. O anın huzurunu hissedemesem de,

tombul balıkların su yüzeyinde yüzerek, birazdan

karaya çıkacaklarmış gibi hareket etmeleri beni

heyecanlandırdı.

Sonrasında Hz. İbrahim’in doğduğu mağara olduğu-

na inanılan yere gittik. Mağaraya giriş erkek ve kadın

bölümleri olarak ikiye ayrılmıştı. Kapıda ayakkabıla-

rımızı çıkarıp elimize alıyorduk. Mağaranın girişinde

“Edeple giren lütufla döner” sözü yer alıyordu. Ma-

ğaranın içinde namaz kılanlar ve Zemzem suyundan

sonra en kutsal su sayılan suyun aktığı çeşmenin

başında duran kalabalıkla karşılaştım. Sıra bana

gelince sudan içtim ve çok yumuşak soğuk bir tat

boğazımı okşayarak mideme aktı. Şifa da dağıttığına

inanılan bu su, beni ruhsal olarak rahatlatmıştı.

Sırada Adıyaman vardı. Adıyaman yolunda 1983

yılında yapımına başlanıp 1994 yılında tamam-

lanan Atatürk Barajı’na uğramadan geçilmezdi.

Baraj, İstanbul’un yıllık su ihtiyacını beş günde

karşılayabilme kapasitesinin yanı sıra Türkiye’nin ve

Avrupa’nın da en büyük barajıydı. Görsel olarak ise

devasa yapı karşısında insanın nefesi kesiliyordu.

Güneşi Nemrut’ta Doğurduk

Adıyaman’a doğru virajlı ve bozuk olan yola inat

otobüste puşilerimizi boynumuza dolayıp halay

çekerek neşeyle gecenin karanlığında kaybolduk.

Kimi zaman sarsılıp arkaya ya da öne doğru bir

Şanlıurfa’nın sokakları-

nın karşılıklı ızgara - kebap

dükkânları nedeniyle nefis

kokulu dumanlarla kaplı olduğunu

gördük. Buranın insanı yemeyi çok

seviyor olmalıydı ki, dükkânlar 24 saat

açık olup ızgaralar hiç boş kalmıyordu.