Background Image
Table of Contents Table of Contents
Previous Page  380 / 404 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 380 / 404 Next Page
Page Background

gezi

378

merdivenler ve patikalarla zar zor tırmanmamızın

aksine, dönüşte çok da dik olmayan farklı bir

yoldan uzunca yürüyerek iniyorduk.

Nemrut Dağı’na giden iki araç yolu vardı. Dönüşte

yeni açılan ve kestirme olan ama asfalt yapılmadı-

ğı için taşlık bir yoldan yerimizde zıp zıp zıplayarak

yolculuk etmeye başladık. Arada bir keçiler ve

öküzler yola çıkıyor, onları ezmemek için yavaşlıyor

ya da duruyorduk.

Aşkı Sorarlarsa

Sonunda Kommagene Krallığı’nın yazlık baş-

kenti Arsemia’ya varmıştık. Arsemia, iki tünel ve

heykellerle günümüze kadar gelen güzel bir yerdi.

Buraya ulaşmak için yine bir tepeyi tırmanmamız

gerekiyordu. Kommagene Krallığı’nın kurucusu

Mithridathes Kalinikos’un Herkül ile tokalaş-

masını gösteren rölyefi ve tünel girişini gördük.

Nefes nefese olmamıza rağmen rehberimiz bize

çok güzel bir şey göstereceğini ve biraz daha

tırmanmamız gerektiğini söyleyince dişlerimizi

sıkarak tırmanmaya devam ettik.

Düz taşlara basarak düşmemek için büyük uğraş-

lar veriyorduk. Bacak kaslarımız iyice güçlenmiş

ve dengede durmak için çabalamamız nedeniyle

omurgamız hiç olmadığı kadar düzelmişti. “Bu ka-

dar tırmanmanın ödülü ne olabilir?” diye düşünür-

ken tepeye vardığımızda sarı ve yeşil tonlarındaki

el değmemiş mükemmel bir manzarayı görünce

Arsemia’ya aşık olduğumu hissettim. Demek ki

güzel şeylere ulaşmak için çaba ve azim gereki-

yordu… Aşk da çaba ve azim gerektiren bir duygu

değil miydi? Aşkı sorarlarsa Arsemia’nın yolunu

tarif etmeye o an karar verdim!

Yolumuzun üstünde Cendere Köprüsü vardı.

Roma Dönemi’nden kalma bu köprü, dünyanın

kullanılabilen en eski köprülerinden sayılıyor-

du. 1997 yılına kadar 5 ton ağırlığa kadar olan

araçların geçişine izin verilirken, günümüzde

ise araçlar yeni köprüye yönlendiriliyor, bu tarihi

köprü sadece yayaların yürüme yolu olarak

kullanılıyordu.

Cendere Köprüsü’nün biraz ilerisinde ise

Karakuş Tepesi yer alıyordu. Tarihle milim milim

dokunan bu topraklar beni öylesine etkilemişti

ki… Kommagene Krallığı Dönemi’nden mezar

olarak inşa edilen kocaman sütunun üzerindeki

yırtıcı kuş bana göre insanlığın her devirde ölü-

me meydan okuyuşunu simgeliyordu.

Ölüme, bırakılan eserlerle meydan okuma

düşüncesi eşliğinde otobüsün camından sapsarı

toprakları izliyordum. Mardin yollarını sorsalar,

tek bir kelime ile cevap verirdim. Sarı!

Lanetin Tütsüsü

Sarıyı geçtikten sonra şehir merkezine yaklaşmış-

tık. Kızıltepe’de ise bizi kötü bir sürpriz bekliyordu.

Televizyonda görüp, gerçeğini hiç yaşamadığım

yolu lastik yakarak kesip barikat kurmanın anlamı-

nı da Kızıltepe’de öğrenmiştim.

IŞID’in Kürt yerleşim yeri Kobane’yi ele geçirmek

üzere ilerlemesiyle, Türkiye’nin doğusunda yolu

kapatarak protesto gösterileri yapılıyordu. Ana

yoldan çıkıp tozlu – taşlı yollara girerek barikatı

aşarken kalbim de güm güm atıyordu.

Yüzleri puşili adamlar taşlar sallarken, yanan las-

tiklerin kara dumanı da bölgenin lanetinin tütsüsü

gibi salınarak yükseliyordu.

Lanetten kurtulmanın en iyi yolu, laneti düşünme-

mek ve iyi şeylere odaklanmaktı. Olurdu böyle şey-

ler… Tekrar yolun sarıya dönmesiyle rahatlamıştım.

Barış çok uzaklarda olmamalıydı. Barış, düşünce-

mizde, kalbimizde, özümüzde sevgiyle kol kolaydı.

İçimizi ve düşüncelerimizi değiştirerek çevremizi

şekillendirirdik. Tüm insanlığın sevgiye odaklandığını

hayal ettim… Sevgiye odaklanan ilk insanlardan

olabilirdim. Bu zincirin ilk halkası olmaya niyet ettim.

Bu düşüncelerle Artuklular Dönemi’nde yapılan

Kasımiye Medresesi’ne gelmiştim. 16. Yüzyılda

Mardin’de en fazla maddi kaynağa sahip olan bu

medrese, I. Dünya Savaşı’nda kapatılmıştı. Gü-

nümüzde yapının batısında Şafiilerin, doğusunda

ise Sünnilerin kullandığı mescitleri bulunuyordu.

Mardin tüm inançların bir arada barış içinde ya-

şatıldığını Kasımiye Medresesi’nden itibaren bize

hissettirmeye başlamıştı.

Sırada Deyrulzafani Kadim Süryani Manastırı’nı

ziyaret vardı. Yemyeşil ağaçların olduğu bahçesin-

den geçip manastıra vardığımızda buranın uhrevi

havasını saç tellerimin ucundan ayak parmakları-

ma kadar hissettim. Aldığım soluk daha yumuşak,

gördüğüm renkler daha canlı olmuştu sanki!

Günahlarınızı Yenmek İçin

Süryanilik ayrı bir din ya da mezhep değildi. Süryani-

ler, Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup bir

ırktı. Aramice kökenli bir dilleri ve alfabeleri vardı.

Manastırdan içeri girince bize tüm odaları gezdir-

diler. Bir odada manastırın patriklerinin mezarları

vardı. Mezarlara patrikler oturur vaziyette gömü-

lürken, dirilecekleri günü bu şekilde bekledikleri

inancı hâkimdi.

Ayinlerin yapıldığı yere geçince, haçın üzerinde

Süryanice yazan ve rehberimizin tercüme ettiği

cümle beni çok etkiledi:

“Benim adımla bütün günahlarınızı yeneceksiniz”

Allah’ın, Tanrı’nın, Büyük Güç’ün adını anarak

O’nun özü olan sevgiyi kavradığımızda tüm gü-

nahlarımızı yenecektik! Günahlar sevgisizlikten

kaynaklanıyordu. Kızıltepe’de yakılan lastiklerin

lanetli kara dumanını görüp de yol boyunca dü-

şündüklerimi, Süryani Manastırı’nda duvardaki

bir söz özetlemişti. Tüm günahlarımızı yenmek

için O’nun adını anmaya başlamalıydık!

Mardin merkeze vardığımızda otelimizde uyuyup

biraz dinlenme vaktimiz gelmişti. Grubumuzdan

bazıları gece merkeze inip eğlenmek istemişti.

Mardin’in sivrisineklerinin de ünlü olduğunu

odamızda vızıldayan hayvancıklarla tüm gece

dans ederek anlarken, yine vampir gibi uyanık

kalarak günümü - gecemi gözlerim açık biçimde

geçiriyordum.

Sabah erkenden kahvaltı yapıp yine yollara

düşecektik. Mardin’in karıştığını ve merkeze eğ-

lenmeye inen gurubumuzdakilerin bu karışıklık

esnasında otele zorlukla döndüğünü öğrendik.

Yöre halkı Mardin’in hiç böyle karışmadığını

söylüyordu.

Otobüse binip Midyat’a doğru yol alırken, yolların

geceden kalma olduğuna şahit olduk. Yakılan

lastikler söndürülmüş, üzerlerinde dumanları

tütüyor, dükkânların cam ve çerçeveleri indirilmiş,

çöp konteynırları ters çevrilmişti. Sanki yollar bir

gece öncesinde yaşadıkları bu hareketli ortamdan

yorulmuş, “Sessizce araçlarınızla üzerimden geçin,

gidin beni rahatsız etmeyin!” diyordu hüzünle…

Midyat’a giderken Sermiyan Midyat’ın yörenin

sıcak renklerini hareketli parçalarla kalbe işleyip,

filmleriyle adeta gönüllü turizm elçisi olduğunu

düşünerek yolculuk yapacağımı sanırdım ama o

kelimeler dudağımdan döküldü:

“Benim adımla bütün günahlarınızı yeneceksiniz”

Mardin merkeze geldiğimizi renkleri dolayısıyla

sarı çıplak tepelerin içine oyulmuş gibi görünen

evlerden anlamıştık. Burada nereye gitsek bir

fotoğraf stüdyosu havası vardı. Fonun güzelliğine

güvenip insanın şevke gelerek poz üstüne poz

verebileceği muhteşem bir ortamdı!

Merdivenleri tırmanarak Medrese Mahallesi’nin

kuzeyinde bulunan, Mardin’in son Artuklu Sultanı

Manastırdan içeri girince bize

tüm odaları gezdirdiler. Bir

odada manastırın patriklerinin

mezarları vardı. Mezarlara

patrikler oturur vaziyette

gömülürken, dirilecekleri

günü bu şekilde bekledikleri

inancı hâkimdi.