gezi
377
koltuğa düşerken bir yerlere tutunuyor, kimi za-
man da, “Halay başı öbür tarafa git, yer bitti” diye
kahkahalarla haykırıyorduk.
Otelimize vardığımızda birkaç saatlik uyku iznimiz
vardı. Nemrut’ta güneşin doğuşunu izlemek
için gecenin karanlığında yollara düşecektik.
Nemrut’ta gün doğuşunu izlemek kesinlikle “yapı-
lacaklar” listesinde olması gereken bir aksiyondu.
Gece yola çıkıp virajları aşarak Nemrut’a vardık.
Gündüz sıcağına rağmen, gece dağ başında
burnumuzun ucu donuyordu. Montlarımızı, kalın
çoraplarımızı giyerken, kafamızı da kalın puşileri-
miz ve yazmalarımızla sarmıştık.
Etraf öylesine karanlıktı ki, yıldızlara bakarak
keçiyolundan yukarı doğru tırmanıyorduk. Yıldızlar
o kadar parlak ve yakın görünüyorlardı ki, sanki
parmağımızı uzatsak dokunacaktık. İnsanlar
incecik bir sıra olmuş birbirleri ardına keçiyolunu
tırmanırken, yukarıdan bakılsa karınca sürüsünün
yuvasına tek sıra halinde gitmesi gibi görünüyor
olduğuna bahse girerdim.
Soğuktan üşüyerek tir tir titreyen bedenlerimiz
zamanla zorlu dik patikayı tırmanmaktan terleme-
ye başlamıştı. Hepimiz nefes nefeseydik. Kimisi
pes etmiş, yol kenarına geçerek bir taşın üzerine
oturarak soluklanıyordu. Güneşin doğuş saatini
kaçırmamak için daha da hızlandık.
Kaç kilometre tırmandık bilemiyorum ama zirveye
vardığımızda oksijen fazlalığından sarhoş gibiydim
ve burnumun delikleri yanıyordu.
Güneşin doğacağı, doğu tarafına bakan taş
merdivenlerin üzerine oturduk. Güneş doğmadan
ışınlarını kendinden önce gönderiyor ve turuncu,
kırmızı, sarı tonları birbirlerinin koluna geçerek bi-
razdan gerçekleşecek görsel şöleni müjdeliyordu.
Birden bir uğultu başlayınca güneşin doğmaya
başladığını gördüm. Herkes bu müthiş manzarayla
heyecanlanmıştı. Bir annenin rahminden bebeğin
başının görünmesi gibi güneşin minik bir kısmının
göründüğü ve yavaşça yukarı doğru çıktığını gördüm.
Güneş yavaş yavaş yukarı doğru yükselirken,
ışınlarının yansımalarıyla gökyüzünden en ufak bir
kum tanesine kadar her şeyin rengini değiştire-
rek geldiğinin haberini veriyordu. Nefes kesici bir
görüntüydü.
Güneşi Nemrut’ta doğurmuştuk…
Güneşi Nemrut’ta doğurduktan sonra fotoğrafla-
rını görüp hayran kaldığım heykelleri görme vakti
gelmişti. Yüzlerine doğan güneşle yıllara meydan
okuyan heykeller tüm heybetleriyle turistleri ses-
sizce selamlıyorlardı.
Kommagene Kralı Antiochus Theos, kendisiyle
birlikte birçok Pers ve Yunan Tanrısı’nın heykelini
yaptırmıştı. Antiochus’un mezarının da Nemrut
Dağı’nda olduğu söyleniyordu ama bu mezar
günümüzde bile bulunamamıştı.
Heykellerin başları yerde, gövdeleri ise yukarıda
bir noktadaydı. Tahminlere göre büyük bir deprem-
le birlikte heykellerin kafaları düşmüştü.
Heykellerin yıllara meydan okuyuşunu gıptayla
izledikten sonra UNESCO’nun 1987 yılında dünya
mirası alanı ilan ettiği Nemrut’la vedalaşmak üze-
re sırtımızı dönüp yürümeye başladık. Dağı dikçe




