Background Image
Table of Contents Table of Contents
Previous Page  247 / 260 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 247 / 260 Next Page
Page Background

gezi

korosunun kadın üyelerinin incecik sesleriyle söy-

ledikleri ilahiyi dinledikten sonra dışarı çıktım.

Sırada 2014 yılında Gürcü Ortodoks Kilisesi tara-

fından “Kutsal Şehir” ilan edilen Mtskheta vardı.

Yağmur hızını artırmıştı. Burada da bir katedral

ziyaretinden sonra Tiflis’in yeni şehir bölümüne

geçme zamanımız gelmişti.

Tiflis’in sembollerinden biri sayılan büyük saate

bakıp zamanın nasıl geçtiğini düşünürken, turistle-

rin uğrak noktası olan Shardeni Caddesi’ne doğru

yol aldım. Yemek yemek ve bir şeyler içmek için

ideal bir yerdi. Ne de olsa ertesi gün yine uzun

olacak ve enerjiye ihtiyacım olacaktı!

Yürüyerek Tiflis

Ertesi gün Tiflis’te son günümdü. Son günü iyi de-

ğerlendirmem ve gezmediğim tüm yerlerin listesini

çıkarmam gerekirdi. Kahvaltı sonrası ilk rotam

Sameba Katedrali’ydi.

1995 – 2004 seneleri arasında inşa edilen ve

dünyanın 3. en yüksek Ortodoks Katedrali olan

Sameba, şehir merkezindeki tepede kurulmasının

da etkisiyle şehrin her yerinden kolayca görülebili-

yordu. Katedralin geniş ve ferah avlusuna girince

orada bulunan minik su fıskiyesinden insanların

su içtiğini gördüm. Her su içen derin bir “oooh”

çekiyordu. Nasıl bir su olduğunu merak ederek

ben de fıskiyeye ağzımı dayayıp birkaç yudum

içtim. Dağlardan gelen soğuk kaynak suyu olduğu

belliydi. Tiflis’in kavuran sıcak havasına birebirdi!

Katedralin içine girdiğimde karşılaştığım ikonlar,

resimler, heykellerle bir müzeye girmiş gibi hisset-

tim kendimi. Tavanı da öylesine yüksekti ki… Bu

yapıya büyük bir bütçe ayrıldığı çok belliydi.

Katedralden çıkınca geniş avludan geçip tekrar

şehre doğru yol aldım. Narikala’ya doğru ayakları-

ma kuvvet yürümeye başladım. Kura Nehri’nin bir

ucundan kalkan teleferiğe binip kaleye geçiş hem

hızlı hem de şehrin üzerinden uçuş ile heyecan-

lıydı.

Kaleye giderken Kartlis Deda Heykeli bana selam

verdi. 1958 yılında inşa edilen heykel, Kartlis

Anne olarak bilinen Gürcü kadınını sembolize

ediyordu. Bir elindeki kase ile dostlarına şarap

sunması, diğer elindeki kılıçla da düşmanlarına

karşı savaşması anlatılıyordu.

Narikala’ya teleferikle birkaç dakika sonra vardı-

ğımda şehrin ayaklarımın altındaki görüntüsünü

ölümsüzleştirmek için birkaç fotoğraf çekmeden

edemedim.

Kalenin tam arkasında ise “Ulusal Botanik Parkı”

yer alıyordu. Yamaçtan parka inip “1 Laaağğğğriii”

ödedikten sonra geniş bir alana yayılan parkta

yürümeye başlayabilirdim.

Yeşilin tüm tonları ve erguvanın koyu pembe

tonuyla burasının baharda bir başka olduğunu

düşündüm. Tiflis’e gelinecekse bahar için program

yapmak çok daha iyi olabilirdi.

Tiflis’in kavurucu güneşinden sonra botanik par-

kında ağaçların gölgesi ve kuşların tondan tona

cıvıl cıvıl ötmeleriyle cennetin kapısını aralamış

gibi hissettim. Kafkasya’nın ilk botanik parkı olma

özelliğine sahip olan bu park, 1845 yılında ku-

rulmuştu. Saatlerin nasıl geçtiği anlaşılmayan bu

parkta bir de minik şelale vardı. Su sesinin insan

ruhunu sakinleştirdiği bilinen bir gerçek ise,

Tiflis’teki Ulusal Botanik Parkı da mutlaka uğran-

ması gereken yerlerdendi.

Sayılı günler çabuk geçerdi. Benim de ışıklar şehri,

yeşilliklerin anası, etli – hamurlu mutfakların

kralı, şarap çeşit zengini olan bu şehre veda etme

zamanım gelmişti.

Gece kalkan uçağımdan şehrin sarı

ışıklandırmalarına göz kırparak, “Belli

mi olur bir daha gelirim belki!” dedim.

245