kültür & sanat
137
O
smanlı’nın 18.yüzyıla değin yönetim
merkezi ve padişahların ailesi ile
birlikte yaşam mekanı olan Topkapı
Sarayı’nda, Harem’ín Enderun’a açılan kapısının
yanında olan ve sadece padişaha yemek pişi-
rildiği bilinen kuşhane mutfağını saymazsak,
padişah ile tüm saray halkına çıkarılan çok
çeşitli yemek ve tatlılar matbah-ı amire adı ve-
rilen mutfaklarda hazırlanmakta ve porselenler
burada saklanmaktaydılar.
Osmanlı saraylarında kullanılan ilk porselenler,
porselenin ilk keşif yeri olan Çin’den getirilen
Çin porselenleri’dir. Porselenin dünya üze-
rindeki ilk keşfi 6.yüzyıl’da Çin’de olmuştur.
Avrupa’da ki ilk porselen keşfi ise, 1710 yılında
Almanya’da Meissen fabrikasında gerçekleş-
miştir. Avrupa’da ve Osmanlı’da çok önemli
bir prestij malzemesi sayılan ve kralların ve
Osmanlı padişahlarının saray sofralarını süs-
leyen bu kıymetli malzeme, Avrupa’da henüz
üretilemediğinden asırlar boyunca Çin’den ve
daha sonraları Japonya’dan ithal edilmek ya
da saraylara hediye olarak gelmek sureti ile
aristokrat sofralarda yerlerini almıştır. Osmanlı
saraylarında da porselene son derece kıymet ve-
rilmesinin en büyük göstergesi, bugün Topkapı
Sarayı’nın 10.500’ü aşan Çin porselenleri sayısı
ile dünyanın en büyük Çin porselenleri koleksi-
yonuna sahip olmasıdır.
Camii’nin Baharistan adlı el yazmasında yer alan
yemişçi dükkanındaki kavanozlar.
H.1711, yaprak 14a, T.S.M.P.K, İSTANBUL
Farklı dönemlerin önemli seyyahlarının anı-
larında bu dönemlerin porselenlerinden sıkça
söz edilmektedir. Örneğin; Kanuni dönemi
gezginlerinden Thevenot, saraydan yeni çıkan
bir içoğlandan edindiği bilgilere göre, padişaha
fağfurdan daha kıymetli, Çin toprağından ya-
pılmış ve zehire karşı panzehir kaplarda yemek
verildiğini yazar.
Yine ünlü seyyahlardan A.Galland ise, Çin sela-
donlarının özelliklerinden, ‘Hindistan’dan gel-
me bir çeşit topraktan bir kase gördüm. Türkler
ve bilhassa büyükler buna çok değer verirler ve
zehir dokununca kırılmak hassasına sahip bu-
lunmasından dolayı gayet pahalıya satın alırlar.
Bu gördüğüm kase, pek kalın ve ağır olmasına
rağmen para gibi çınlıyordu ve değeri otuz kuruş
takdir olunuyordu. Bu toprağa mertebani denir.
Padişahın daimi surette zehirlenmek korkusu
içinde bulunan biraderleri ancak bu tabaklar
içinde yemek yerler’diye söz etmiştir.
Padişahların çok sayıda altın ve gümüş kaba
sahip olmalarına karşılık, porselen kullanmayı
hep sürdürdükleri görülür. Sultan II. Bayezid
devrinde altın ve gümüş kaplarda yemek adeti
getirilmişse de, Sultan III. Murad devrinde tek-
rar porselenlere geçilmiştir. D’Ohsson, Kanuni
Sultan Süleyman’dan sonra bütün padişahların
sadece porselen kullandıklarını, resmi yemek-
lerde yine Çin’in yeşil porselenlerinin kullanıl-
dığı yazar.
17. yüzyılda Top-
kapı Sarayı’nda
içoğlanı olan
Bobovi, sultanın
yemeğini ayrıntılı
olarak anlatırken,
padişahların altın
ve gümüş kaplar-
da yemek yemedi-
ğini, çünkü şeriat
kurallarına göre
bu kapların erkekler için yasak ama kadınlara
serbest olduğunu ve yemeklerin çin porselenleri-
seladon kaplarda sunulduğunu yazmıştır.
Sarayda padişah ve ailesinin sofraları yanın-
da, Divan-ı Hümayun’da verilen ziyafetler
ve elçi kabulleri içinde Çin porselenlerinin
sıklıkla kullanıldığı bilinmektedir. Osmanlı
İmparatorluğu’nun ilk esaslı kanunnamesi olan
Fatih Kanunnamesi, sadrazamların Divan’a
başkanlık etmelerini ve Divan üyelerinin
hangi sofrada oturarak yemek yiyebileceklerini
hükme bağlamıştır. Haftada dört gün toplanan
Divan’dan sonra yemek için yere siniler kuru-
lur, oturma usulüne göre divan üyeleri yemeğe
otururlardı. Sarayın en görkemli töreni olan
yeniçerilerin ulufe (maaş ) dağıtım günlerinde
ise devletin gücünü, kudretini ve zenginliğini
göstermek için, yabancı elçiler törene davet
edilir, yine porselen kaplarda Kubbealtı’nda
ziyafetler verilirdi.
FOTO- 3 / III. Murad Surnamesi, 1582,
T.S.M.P.K, İstanbul.
Osmanlı Devleti’nin halka ve yabancı ülke
ve temsilcilerine güç, iktidar ve zenginliğini
göstermesi bazen günlerce süren ve bir şenliğe
dönüşen saray düğünlerinde de bol miktarda
Padişahların çok
sayıda altın ve gümüş
kaba sahip olmalarına
karşılık, porselen
kullanmayı hep
sürdürdükleri görülür.
Yemek sırasında makrama denilen ve peçete yerine geçen örtüler kullanılırdı. Makramaların tek tek kullanılabilenleri
olduğu gibi, sini etrafındaki kişilerin tümünün örttüğü 3
-
4 m uzunluğundaki dolama türleri de vardı. Sofradaki herkes
sinilerin ortasına konulan tek bir kaptan yerdi. Yemekte sadece kaşık kullanılır, sofrada çatal ve bıçak bulunmaz,
yemek sağ elin üç parmağı ile yenirdi. Yemeğin çeşidine uygun olarak kaşıkların biçim ve boyutları farklılık gösterirdi.
Yemekte su içilmediği için su takımı konulmaz, yemek sonrasında şerbet veya hoşaf içilirdi. Genellikle konuşulmadan
yenilen yemeğin ardından bir seramoni halinde kahve, buhur ve gülsuyu verilmesi adetti. Gülsuyu ve buhur özellikle
yemekten sonra kullanılan en önemli kokulardı.




