Background Image
Table of Contents Table of Contents
Previous Page  260 / 290 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 260 / 290 Next Page
Page Background

merkezi. Yürüyerek ya da dolmuşla merkeze ko-

layca ulaşabiliyorsunuz. Bunun dışında iyi bir yönü

nedir diye çok düşündüm ama bulamadım.

Yatağıma örttükleri pikede kocaman bir delik vardı.

O delikten ayağım geçebildiği gibi, kafam da geçebi-

liyordu. Biraz daha zorlasam tüm vücudum geçerdi.

Buradan misafirlerine verdikleri değeri anlarken, o

şokla bu pikenin fotoğrafını çekmeyi unuttuğumu

da eklemeliyim.

İlk gece öyle çok üşüdüm ki, kâbuslar görmeye baş-

ladım. Bir battaniye bulurum umuduyla odamızın

karşısındaki resepsiyonu aradığımda, çalan telefo-

nun zil sesini duymama rağmen, kimsenin cevap

vermemesini de yadırgadım. Başa gelen çekilirdi.

Bavulumu açıp elimde ne varsa üst üste giyip cenin

şeklinde yatağıma kıvrıldım.

Sabah kahvaltısı ise yine beni şaşırtan unsur-

lardandı. Kepekli ekmek olmamasını geçtim, bir

gün öncenin bayat ekmeklerini güzelce dilimleyip

ortaya koyuyorlardı. Bayat ekmek ve sallama çay ile

kahvaltı yaparken, tereyağı yerine de minik kutular

içindeki margarini ve markasını duymadığım reçel-

leri gördükçe bu otele kimin 4 yıldız verdiğini de

sorguladım.

Çalışanların ise üniforması yoktu. 18 – 19 yaşında-

ki kot pantolon, şort, penye, terlik kombinasyonlu

kıyafetlere bürülü gençler hizmet ediyordu. Kimin

çalışan, kimin konaklayan olduğunu anlamaya

imkân yoktu. Bir gençten küllük istediğimizde,

elinde küllük ve bir tabak dolusu kahvaltıyla geldi.

Küllüğü bizim masaya bıraktıktan sonra yanımız-

daki masada kahvaltı yapmaya başladı. O sırada

konaklayan birinden hizmet aldığımızı düşünüp çok

utanarak, çocuktan özür diledik. Çocuk gayet doğal

bir şekilde, “Ben burada çalışıyorum zaten” dedi.

Otelin yöneticilerinin hizmet anlayışında çalışanla-

rın ayırt edilmesi için özel bir kıyafet almaya bütçe

ayırmak yoktu demek ki!

Kahvaltıdan sonra resepsiyonun karşısında beyaz

bir A4 kağıdın üzerine “Müşteri İlişkileri” yazan ma-

sada oturan bayana yöneldim. Gece üşüdüğümüzü,

resepsiyonun cevap vermediğini, pikemdeki koca-

man deliğin gece kıçımı açıkta bırakması dolayısıyla

kabus gördüğümü belirttim.

Müşteri ilişkilerindeki bayan sanki merkezi ısınma

sistemi varmış gibi bilgiç bilgiç klimanın soğuk

ayarlı olduğunu söyledi. Klimayı açmadığımızı, nasıl

çalıştığını bilmediğimizi söyledim. Bu sefer balkon

kapısını açık mı unuttuğumuzu sordu. “He biz

psikopatız, üşüyünce balkonun kapısını açıp daha

da donmak en büyük hobimiz” şeklinde bir cevap

verdim. Müşteri ilişkilerindeki bayan, resepsiyonda

çalışan elemanlarının gece havuz kenarında dolaş-

tığını, sarhoş turist havuza düşerse cankurtaran

görevi gördüğünü söyleyince, kendimi komedi fil-

mindeki bir kahraman gibi hissedip, kameranın ne

taraftan çektiğini görmek için çevremi inceledim.

Otelden bu kadar bahsetmem yeterlidir sanırım.

Bunlara rağmen hayatımda en eğlendiğim tatillerin

başında gelen günlerimi anlatmaya devam!

BU ÇARPICI MANZARAYA

KURBAĞA ÇOK YAKIŞIR!

Kahvaltı sonrasında durağımız Azmak Çayı’ydı. Bu

çay öylesine soğuktu ki, ayağınızın ucunu soksanız,

saç tellerinizin ucuna kadar irkiliyordunuz. Hikâyeye

göre, Marmaris halkı güneşte kavrulup esmer bir

tene sahip olurken, evlilik çağına gelen genç kızlar

iki haftalık kürle, sabah - akşam bu çaya girip tenle-

rini beyazlatıyorlarmış. Suyun içerisindeki karbonat

miktarı tenin tonunun açılmasına yarıyormuş. Sonra

da bembeyaz tenli olarak evlenen genç kızımız,

zamanla eski koyu rengine kavuşuyormuş!

Azmak Çayı’nın üzerinde teknelerle gezerken suyun

berraklığı beni şaşkına çevirmişti. Suyun altı sanki

farklı bir gezegen gibiydi. Yeşilin tüm tonlarına

sahip upuzun yosunlar ve bitkiler suyun yüzeyine

kadar uzanıp, teknemiz üzerlerinden geçtikçe sağa

– sola sallanarak sanki bizi yakalamak istiyorlar-

dı. Suyun mavisi öyle bir maviydi ki, literatürde o

rengin ismi nedir bilemedim. Çayın durgun suları

üzerinde yüzen ördekler ise, insana masal diyarın-

da olduğu hissini veriyordu. O sırada bir kurbağa

bulsam, öptüğümde prense döneceğine inancım

tamdı! Bu manzaraya kurbağadan bir prens ne de

yakışırdı!

Azmak Çayı’ndaki turumuzdan sonra indiğimiz

iskelede Gökova Turu için bir başka tekneye geçtik.

Sezon henüz açılmadığı için teknenin terasında

yoğun bir sıcaklık hissetmiyorduk. Açık denizde

sağda ve solda yeşillere bürülü minik adacıklara

selam vererek yol alıyorduk. Gelibolu Adası, İnce

Kum, Sualtı Mağaraları ve Lacivert Koy’da verilen

yüzme molalarında her bir koyda farklı bir mavinin

tonunu keşfettim. Fakat bu duraklardan en çok

Sedir Adası’nı sevdim.

KLEOPATRA’NIN AYAKLARINA

TAŞLAR DEĞMESİN DİYE

MISIR’DAN ONLARCA GEMİYLE

KUM GETİRİLMİŞ ADAYA!

Rivayete göre Kleopatra’nın ayaklarına taşlar değ-

mesin diye Mısır’dan onlarca gemiyle kum getirilmiş

ve adaya bırakılmış. Bu kumlar öylesine yumuşaktı

ki, insanın ayakları kumların içinde kayboluyordu.

Kumlar koruma altına alınmış, turistler ancak iske-

leden denize girebiliyor ve ancak deniz içerisinde

kumu hissediyordu. Sahil kenarındaki kumların

çevresi iplerle kuşatıldığından içeri girmek yasaktı.

Denizde yüzüp iskeleye çıktığımda kuledeki gözlem-

ci ayaklarımdaki minik birkaç kumu görmüş, tekrar

denize girip kumları dökmem için beni uyarmıştı!

Sedir Adası’ndaki agora ve tiyatro da görülmeye

değer yerler arasındaydı. Helenistik, Roma ve

Bizans dönemlerinde adadaki yaşamın izleri, günü-

müze kadar uzanıyordu. Adanın büyük bir deprem

sonrasında terk edildiği söyleniyordu. Hoş, o adada

o güzelim doğanın içinde ölüm bile vız gelirdi ya

neyse…

Sedir Adası’na gittiğinizde birçok horoz ve tavukla

karşılaşmanız da olası. Hatta şezlongda yatarken

horozun biri bana musallat oldu. Sanki ataları

badem kraker yemiş gibi, krakerime ortak oldu.

Kraker bitince de yanımdan ayrılmayıp gagasıyla

beni dürterek, “Hadi kızım, başka vereceğin yiyecek

bir şey yok mu?” dercesine haraç istedi.

Gökova Tekne Turumuz bitince, otobüsle Âşıklar

Yolu’na doğru rotamızı belirledik. Otobüs şoförümüz

hızlı manevralar yapan, “muz kabuğuna basarsan

252

gezi

marmaris