hanımefendi karşılıyor. Işın Hanım, bu müzenin Sanat Tarihçisi. Bizde bu muh-
teşem yapının tarihini en güvenilir ağızdan dinliyoruz.
Işın Hanım, “Orijinal ismi Khora ‘şehir dışı’ anlamına geliyor” diye söze başlıyor
ve “13. yy. mozaiklerini taşıyor. Yapıldığı dönemlerde Teodosius surlarının dı-
şında kaldığı için bu adı almış. Kariye, 1453 İstanbul’un fethinden sonra Kilise
olarak kullanılmış. Daha sonra 1511 yılında Vezir Hadım Ali Paşa tarafından
camiye çevrilmiş. Müzemiz bugüne kadar en az değişime uğramış, en fazla
fresk ve mozaiğe sahiptir” diyerek kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra müzeyi
gezmeye başlıyoruz. Bir yandan Işın Hanım ile konuşuyor diğer yandan da bu
müthiş tarihi, canlı olarak görmenin verdiği heyecanla etrafı inceliyoruz. Müze-
ye giriş kapısında ilk olarak Hz. İsa tasviri ile karşılaşıyoruz. Kubbelerdeki mo-
zaikler ve pastel renkte Freskler de adeta İncil’i anlatan canlı foto fon veriyor.
Kubbesinin ortasında Meryem ve çocuk İsa, dilimlerinde ise 12 melek tasviri
var. Dış nartekste İsa’nın, iç nartekste ise Meryem’in hayatı ile ilgili sahneler
dikkatimizi çekiyor. Bu sahneler, Meryem ve İsa’nın hayatındaki olaylara göre
kronolojik bir sıra ile işlenmiş. Deyim yerindeyse, başka bir yüzyılda yolculuk
yaptığını hissetmemek mümkün değil. Bir yandan etrafımızı inceliyor diğer
yandan da konuşmaya devam ediyoruz. İçimden “Nasıl bir işçilik bu, insan
adeta hayran kalıyor” diye geçiriyorum. Yaklaşık yarım saatlik müze ziyaretimiz
esnasında bizimle ilgilenerek bilgilendiren Işın Fıratlı’ya teşekkür ederek; Balat
turumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
İstanbul’un kendi haline terk edilmiş tarihi ve bir o kadar da güzel semtinde
tarihi koklamamak içten bile değil. Oldukça yokuşlu sokaklarında pek çok
yerde merdivenleri kullanıyoruz. Etrafta pek İstanbullu yok fakat ellerinde ma-
kinelerle dolaşan birçok turist var. Belki bizim alışık olmadığımız iki ev arasına
gerilmiş ipler ve onlara asılı çamaşırlar altından geçiyoruz. Bu semtte tamamen
kendine özgü çok farklı bir ambiyansı içinde barındırıyor. O an anlıyoruz ki
Balat, sokaklarında kaybolmak için var.
15. YY’DAN KALMA BİR YAPI, AHRİDA SİNAGOGU!
Kürkçü Çeşme Sokağı’na girdiğimizde Ahrida Sinagogunu görüyoruz. Bu
sinagog 15. yy. başlarında yapılan
ve adını kurucularının İstanbul’a göç
ettikleri, bugün Makedonya sınırları
içerisinde yer alan Ohri kentinden
alıyor. İstanbul’daki en geniş kapa-
siteli sinagog olma özelliği taşıyan
Ahrida Sinagogu aynı zamanda
Sabetaycıların peygamberi Sabetay
Sevi’nin İstanbul’da ibadet etmek
için ziyaret ettiği tek sinagog. Tuğla
ve yığma taştan inşa görüntüsü ile
dikkat çeken Ahrida Sinagogu’nun
dua kürsüsü de bir gemi pruvasını
andırıyor. Buram buram tarih kokan
bu sinagogda ne yazık ki fotoğraf
çekmemiz mümkün olmuyor.
ARADIĞINIZ HER ŞEYİN
BULUNDUĞU BALAT ÇARŞISI
(ÇIFITÇI ÇARŞISI)
Ahrida Sinagogu’ndan ayrılarak Haliç
Kıyısı’na doğru tekrardan yürümeye
başlıyoruz. Leblebiciler Sokağı’na
geldiğimizde buranın Balat Çarşısı
olduğunu hemen anlıyoruz. O dönemlerde Bizans Sarayı ahırı olan bu çarşı daha
sonradan kapatılarak dükkânlar haline getirilmiş. Çeşitliliği ve dağınık planından
dolayı bizden önceki nesiller buraya Çıfıtçı Çarşısı ismini vermişler. Bu sokakta
eczaneden yorgancıya, manavdan plakçıya, ayakkabı tamircisinden şekercisine
kadar tam anlamıyla ‘her şey’ var. Çarşıda dolaşırken bir plakçıdan gelen seslere
kulak veriyoruz. Ve hemen sese yöneliyoruz. Bu melodiler bize kendimizi adeta
başka bir dönemde yaşıyor gibi hissettiriyor. Tam melodilere kendimizi kaptırmış-
ken, az ilerideki Agora Meyhanesi dikkatimizi çekiyor. Birkaç senedir kapalı olan
Agora’yı tekrar canlı görmek bizi heyecanlandırıyor.
221
Kariye Müzesi (Chora)
Ahrida Sinagogu
g
ezi
balat




